6/08/2012

Eskimeyen Zamanlardan..


     Şimdi bu âvâreyi, dilini unutmuş, hemşehrilerini tanımaz olmuş, yerini yurdunu şaşırıp kalmış, bir gurbetzede sansan yanlış mı olur? Görmüyor musun ki günler geçiyor. O ise seni bekliyor, içinde, ummanların tek yudum kaldığı hasretini bir nefeste içiyor da, gene yanılıp gelmiyorsun, ey dünyâ güzeli!
     Gerçi, kurşun sıkılacak yeri kalmamış bir nişangâh olduğumu söylemiştim. Ammâ sen, bu delik deşik kalıbı yerle yeksân edecek son darbeyi gene de esirgeme... Vur, vurabildiğin kadar vur, acıma, düşünme, ey benim haşmetlim, ey dünyâ güzeli!
     Hep seni andığım, hep sana koştuğum, hep seninle olduğum için kimse beni kınamasın.
     Yok, yok... sözümü geri aldım. İsteyen istediğini söylesin, taşlasın, kırsın, koparsın.
     Ammâ onlara söyle de, dolgun yüzünü, güneşin döndüğü tarafa çevirmeyi bilen bir ayçiçeğinden daha hissiz olmamı isteyecek kadar insafsızlık etmesinler, ey dünyâ güzeli!
     Eşe dosta, gizlice yol hazırlığı yapan bir seyyah gibi, içimin lisanıyla bir bir vedâ ettim. Ammâ bu dilsiz dili anlayan ne de azmış. Onun için de, hemen kimse artık benim aralarında yaşar olmadığımın farkına varmadan, nasîhatler verip öğütlerine gark eder oldular: Etme, eyleme, harab türab oluyorsun... diyenler ne de çoğaldı.
     Göz, açılıp kapanmakla nurundan kaybeder mi? Harab türab olan, dünyâdan toplanıp gene de dünyâya bağışanacak olan et ve kemiktir. Seninle ihyâ olmuş bir yüreğe, son ve kıyâmet olur mu? Ey şanlılar şanlısı, ey dünyâ güzeli?

Samiha Ayverdi / Dile Gelen Taş

Hiç yorum yok: