Bir yokuşu tırmandık ve indik birlikte, bir akşam, yağmurda, sen ile ben -- güz sonlarıydı.
Orası, senin daha önce de yaşadığın --gençlik yıllarının bir bölümünü geçirdiğin-- bir yerdi -- inip çıktığın bir yer: kıyıdan tepeye; yokuştan aşağı, denize... Bense, hiç tanımıyordum --görmemiştim-- şehrin o mahallesini, o sokakları.
Sonradan, duygusallıkla olacak,
Bildim hiç görmediğimi
diye başlayan birşey yazmışım defterime;
yaşlarla
damlalarla
ağaçlarla
yapraklarla
diye süren.
Sen sessizce ağlamıştın yanımda -- o ağlayışını da yanlış anlayacaktım--
O zaman mı, sonradan, düşündükçe mi, bilmiyorum; ama şunu kavramıştım üzülerek:-
Senin dünyana hiç ulaşamayacaktım : senin dünyanı oluşturan bakış, benim bakışım olmamıştı hiç; senin yaşadıklarını ben hiç yaşamamıştım -- seyirciydim yalnızca senin dünyan karşısında.
Bu acı verdi bana.
Ancak bir kez çıkıp inmiştim o yokuşu senin ile birlikte -- onu ne çok kez birlikte çıkıp inmemiş olduğumuzu görmekten başka birşey veremezdi artık bana: Senin yokuşun, benim yokuşum olmamıştı-- "Çok geç" düşüncesi belirdi kafamda--
ç o k g e ç : işte, birlikte yaşamamız gereken, senin ile benim b i z olmamızı gerektiren, yaşanmışlar, yaşananlar, yaşanacaklar, yaşanmamıştı--
-- çünkü, senin için bile artık 'geçmiş' olan o şeyler, benim için hiç 'gelecek' bile olamayacaktı; 'şimdi'ydi ancak orada olan -- tek bir kez, işte : birkaç yaş, birkaç ağaç, birkaç damla, birkaç yaprak; hepsi de tek bir iniş-çıkış içinde...
Aramızda esneyen uçuruma yoğun hüzünlü bir arkaplan veren o akşam, ona köprü atmamıza yetemeyecekti.
Dönerken, suskunduk, sen de ben de...
-- Yanlış anladığım şey ise şuydu:-
O yerin senin için geçmiş güzel günlerinin yeri; ağlamanın da , onları yitirmiş olmanın bilincinden dolayı olduğunu düşünmüştüm : senin, orada geçirdiğin acılı günlerden (de) dolayı ağlıyor olabileceğini anlayamamıştım, o gün -- çok sonra, anlattığın başka şeylerden çıkarsayabilmiştim bunu ancak : sevinçli olduğu kadar acılı olan anılarındı seni ağlatan; hangi gözyaşı, hangisinden dolayıydı; belli değildi -- aralarında da bir fark yoktu.
İşte, senin acılarınla acılanmamış; senin sevinçlerinle sevinmemiştim, ya -- nasıl bilmeliydim ki, senin hangi acında hangi sevinç var; hangi sevincinde de, hangi acı--
Nasıl anlayabileydim ki!...
[Yeni yeni tanımaya başladığım yazar/şair'den, Oruç Aruoba'dan.
Alıntılamaya değer nice bölümlerinden yalnızca biri.
Beni bir anda altı yıl öncesine götürdüğü için.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder