2/22/2011

BATI'YA YÖN VEREN METİNLER


Alev Alatlı'nın derleyen vasfı ile göze çarpan bu eser dört ciltten oluşuyor:

Batı'ya Yön Veren Metinler -I- ; Kökler/Orta Çağlar (00 - 1350)
Batı'ya Yön Veren Metinler -II- ; Rönesans / Protestan Reformu / Erken Modern Dönem / Bilim Çağı (1350 - 1650)
Batı'ya Yön Veren Metinler -III- ; Aydınlanma / Burjuvazi Yüzyılı / Bilim Çağının Zaferi (1650 - 1800)
Batı'ya Yön Veren Metinler -IV- ; Moderniteye Doğru Kaotik Modern Dünya (1800 - 1970)




<<birinci cilt arka kapak yazısı>>
On Altıncı yüzyıl Osmanlı aydınının, Batı'nın dünya ve evren görüşünü altüst eden, Avrupa Aydınlanması'nın yollarını döşeyen Kopernik, Bruno, Galile, Brahe gibi bilim adamlarının radikal çıkışlarından haberi yoktur. Tanzimat'la birlikte Batılılaşma sürecine girdiği kabul edilen Osmanlı toplumuna sunulan ilk çeviri ürünler, Türk okuyucusunu Voltaire, J.J. Rousseau, Fénelon, Fontenelle, Montesquieu gibi düşünürlerle tanıştırırken, Thomas Hobbes, John Locke gibi rasyonalistleri, David Hume, Adam Smith, Thomas Malthus, Karl Marx gibi ekonomistleri, Herbert Spencer gibi hukukçuları, Frederich Nietzche'yi, hatta Francis Bacon gibi bilimadamlarının yapıtlarını ıskalar. Batı zihniyetinin gerçeğini aydınlatmakta yetersiz kalınmış, "rakip" kültürü hakkıyla değerlendirmek yolunda tatminkâr sonuçlara ulaşılamamıştır. Buna karşın, Batı karşısında geri kalmışlık duygusu, bilincimize adeta bir sosyo-kültürel çıkmaz olarak kazınmakta, kendi kültürümüz hakkındaki tasavvurlarımızın hırpalanmasını da beraberinde getiren uzun bir savunma sürecine girilmektedir.

 Hayli gecikmiş bir girişim olmakla birlikte, Batı'ya Yön Veren Metinler, Türk okurunun hızla küreselleşen dünyayı şekillendirmeye aday olan Batı düşünce kalıplarını ve onları oluşturan düşün serüveninin tarihsel gelişimini, kendi dilinde okuyup kavramasına olanak sağlamayı amaçlamaktadır. İÖ 1400'lü yıllardan başlayan, 1970'lere kadar gelen yaklaşık 3500 yıllık bir süreçte Batı zihniyetini şekillendirdiği kabul edilen yaklaşık bin metni kapsayan dört ciltlik bu eserde, Eski Ahit'in Aziz Markos'undan Hamurabi'ye, 1215 tarihli Magna Carta'dan, Çar İkinci Aleksander 'ın özgürlük Fermanı'na, Abraham Lincoln'ün Özgürlük Bildirgesi'nden, Bart Kosko'nun Saçaklı Mantık Devrimi'ne kadar çok sayıda metin ilk kez belirgin bir sistematikle Türkçeleştirilerek sunulmuştur. Seçilen metinlerin, Batı'nın "kendi zihniyetini kendi gençlerine aktarma " yöntem ve tercihlerini yansıttığından emin olmak için, Avro-Amerikan dünyasının en saygın üniversitelerinin kendi öğrencileri için bir araya getirdikleri derlemeler rehber alınmış, böylece Batı'ya Yön Veren Metinler'e aşinalık geliştirecek gayretli ve ciddi okurun Batı'nın düşünce dünyasını çözerken, kendi medeniyetimizin düşünsel ürünleriyle de hesaplaşabileceği zemin hazırlanmıştır.

Birinci ciltte, Batı geleneklerinin Yahudi-Hıristiyan, Yakın Doğu, Yunan-Roma geleneklerinin kaynakları ile Hıristiyan toplum tasavvuruna ışık tutan metinleri bulacaksınız.
Yolunuz açık olsun!

2/17/2011

BU ÜLKE; 17 - 20 ŞUBAT TARİHLERİ ARASINDA OKUNMAK ÜZERE..


"Kimim ben? Hayatını,Türk irfanına adayan,
münzevi ve mütecessis bir fikir isçisi."

Cemil Meriç, Jurnal,18.6.1974


Yazar ve mütercim. 12 Aralık 1916’da Hatay Reyhanlı’da doğdu. Ailesi Balkan Savaşı sırasında Yunanistan’dan göçmüştü. Fransız idaresindeki Hatay’da Fransız eğitim sistemi uygulayan Antakya Sultanisi’nde okudu. Bir süre ilkokul öğretmenliği ve nahiye müdürlüğü, Tercüme kaleminde reis muavinliği yaptı.


1940’da İstanbul Üniversitesi’ne girip Fransız Dili ve Edebiyatı öğrenimi gördü. 1941’den başlayarak İnsan, Yücel, Gün, Ayin Bibliyografyası dergilerinde yazmaya başladı. 1942 ve 45 yılları arasında Elazığ lisesinde, 1952 ve 54 yılları arasında ise İstanbul`da Fransızca öğretmeni olarak çalıştı. Daha sonra İstanbul üniversitesi Edebiyat fakültesinde yabancı diller okutmanlığı görevinde bulundu, Sosyoloji bölümünde dersler verdi. Mükemmel düzeyde Fransızca okuyup yazan Meriç, İngilizceyi anlıyor, Arapçayı, kendi ifadesiyle, “söküyor”du.




1955’de gözlerindeki miyobunun artması sonucu görmez oldu, ama olağan üstü çalışma ve üretme temposu düşmedi. Talebelerinin yardımıyla çalışmalarını ölümüne kadar sürdürdü. 1974 yılında İstanbul üniversitesinden emekli oldu ve yıllarının birikimini ardarda kitaplaştırmaya girişti. 1984’te, önce beyin kanaması, ardından felç geçirdi, 13 Haziran 1987’de vefat etti.


Cemil Meriç`in ilk yazısı Hatay`da Yeni Gün Gazetesi`nde çıktı (1928). Sonra Yirminci Asır, Yeni İnsan, Türk Edebiyatı, Yeni Devir, Pınar, Doğuş ve Edebiyat dergilerinde yazılar yazdı. Hisar dergisinde “Fildisi Kuleden” başlığıyla sürekli denemeler yazdı. Meriç, gençlik yıllarında Fransızcadan tercümeye başladı. Hanore de Balzac ve Victor Hugo`dan yaptığı tercümelerle kuvvetli bir mütercim olduğunu gösterdi. Bati medeniyetinin temelini araştırdı. Dil meseleleri üzerinde önemle durdu. Dilin, bir milletin özü olduğunu savundu ve sansüre, anarşik edebiyata şiddetle çattı.

Ruhu şad olsun!




2/16/2011

AĞA HAN MÜZESİ HAZİNELERİ



ALEM
İran, 16. yüzyıl sonu

Ağa Han Müzesi Hazineleri" sergisi 13 Mart 2011'e kadar uzatıldı.


S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi, “Ağa Han Müzesi Hazineleri” başlıklı sergiye ev sahipliği yapıyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti kapsamında, 5 Kasım 2010 - 13 Mart 2011 tarihleri arasında gerçekleşmekte olan sergi, en değerli İslam sanat eserleri koleksiyonlarından biri olan Ağa Han koleksiyonunun seçkin örneklerini sanatseverlerle buluşturuyor. Sergide; seramik, ahşap, metal, kumaş gibi farklı materyallerden yapılmış ve üzerlerinde Kur’an’dan metinlerin yer aldığı objelerin yanı sıra elyazmaları ve minyatürler bir arada sunuluyor. Sergide ayrıca, kitap sanatının İslam dünyasında yıllar içinde nasıl geliştiği ve kitap yapım 
teknikleri ele alınıyor.

KİTAP OKUYAN GENÇ
Nakkaşı: olasılıkla Mirza Ali
İran, 1570 – 1574 civarı
Kâğıt üzerine mürekkep, opak suluboya ve altın yaldız

ÖZNUR BALIK'TAN ERMİŞ ÜZERİNE..


''Ve yanıtladı El Mustafa:
Ve yüreğinize gömdüğünüz sevgili için iyi bir şeyler dileyip öyle yatın: dudaklarınızda onu yücelten bir şarkı olsun.''
(Dikkat! Bu kitap ve yazar hakkında yazdıklarımın olumlu olması, Cibran'ın tüm görüşlerini salt haliyle bilincime sabitlediğim anlamına gelmemelidir.)
Çok okumadım. Yaşım henüz yirmi. Elime aldığım, kirpik değirdiğim kitap sayısı elbette azdır. Ayda ortalama üç kitap bitirmeye çalışan biri olarak seçkin kitaplar okumaya, popüler akımların zedeleyişlerine maruz kalmamış, tavsiye ürünleri okumaya özen gösterdim. Bir vazife üzere elime tutuşturulan bu kitap, ezberbozan bir üslub ve usulle bir solukta bitirmeme vesile oldu. (Tabi bunda kitabın sayfa sayısı da etkilidir)
Halil Cibran'ı ilk bu kitabıyla duydum. Öncesinde hakkında hiçbir bilgiye sahip değildim. Gözlemlediğim kadarıyla adaletin kapılar arkasında kilitli kalmasından duyduğu rahatsızlığı vurgulayan, özgürlüğün kalplerde çözülmesi gereken bir problem olduğuna inanan, doğanın sırlarıyla insanın sırlarının birbiriyle bağdaşımı arasındaki alakanın kudretine inanan ve bu yönüyle evrime inananan bir... Bir... Bir ne demeli? Yazar mı? Kimine göre âlim mi?  Kimine göre bir filozof mu sadece? Adını koyamadığım yazarın felsefesi, görüşü, din ve bilinç anlayışı... Tüm bunlar hakkında net hükümlerim olmaksızın okudum ''ermiş''i.


Cibran için ''Batılı Gözleri Doğuya Çevirten Sanatçı'' deniyor kitapta. Aklıma hemen Şeriati geldi. Şeriati'yle ortak noktaları erken ölmüş olmalarıdır sanırım bir de doğunun batıdaki çığlığı haline gelmiş olmaları... Çünkü genç yaşta ölümün kucağına düşen bu yazarlar âlimliği kılpayı kaçırıyor ve hatalarını düzeltemeden ölüyorlar. Düzeltilmeyen hatalar hüsn-ü zann eksikliği yaşayan insanlarca ''kâfir, sapkın'' hakaretlerine maruz bırakıyor onları. Kitaptan bahsetmeye geçmeden evvel bu konuda sahip olduğumuz yaralara kısaca değinmek istiyorum fırsat bulmuşken. Bir dilek ve bir niyet edasında söylediğim şu sözde enaniyet aranmamasını umut ederek diyorum ki; gelecekte yazar olmak arzumu hesaba katarak çok yerinde bir karar aldım kendi adıma. Bir yazarı, bir âlimi okurken; söyledikleriyle zihnim arasına bir süzgeç koymak kararı... Süzgeç diyorum, bir plaka değil. Delikleri olacak. Zihnime akıp gidenler dinim ve bilincimle bağdaşmıyorsa süzgeçin üzerinde kalacak ve saygıyla yerine bırakılacak. Geçenler ise kazandıklarım olup kafa kitaplığımdaki rafa yerleştirilecek. Bu kitap ve bu yazar da süzgeç yardımıyla okunmalı kanısıyla kitabı anlatmaya geçiyorum.

Cibran'ın ilginç bilgi ve fikir aşılama tekniği kitapta boy gösteriyor. Şöyle ki; kitapta, bir ''öğreten'' ve bir ''öğrenen'' tarafı var. ''Evlilik üzerine, çocuklar üzerine, yemek ve içmek üzerine, tapınmak üzerine, ölüm üzerine...'' şeklinde ilerleyen başlıklar altında başlığa uyumlu kişi profili çiziyor ve o kişi tarafından gelen bir soruya cevaben yazılmış metnini veriyor. Bu tekniğe olan hayranlığımın altını çizerek devam ediyorum. Misalen ''Çocuklar üzerine'' isimli başlığını ele alıyorum. ''Sonra yavrusunu göğsüne bastırmış bir kadın söz aldı ve bize çocuklardan söz et, dedi. Ve El Mustafa yanıtladı: Sizin diye bildiğiniz evlatlar gerçekte sizlerin değildirler. Onlar, kendini özleyen Hayat'ın oğulları ve kızlarıdırlar. Sizlerin yanındadırlar ama sizlerin malı değildirler.'' Tekniğinin yanısıra mantığı ve fikirleriyle de yer yer hayranlığımı kazanıyor. Evlatlar üzerinde kurulmuş baskıların (istediğim okulda okuturum, istediğim kişiyle evlendiriririm mantığının) dünyadaki mirasımızın fabrika ayarlarıyla oyunlarıyla oynadığımız anlamına gelir. Evlatlarımız üzerindeki hakkımız onlar ve biz arasında sadece bir muhabbet köprüsüdür, müebbet köprüsü değil. Psikolojisiyle oynayıp, bağımlılığını artırdığımız evlatlarımız, bizlerin tırnak izlerini yüzlerinde taşır ve öldüğümüzde titreyen bacaklarıyla zorlu, bol hendekli ve kaygan olan bu yolda ilerlemelerine çelme olarak kalır. Ehl-i Beyt gibi aileler dileriz Allah'tan. Öyle olamamaya da hoş bir kılıf uydurur; ''O Peygamberdi ve ailesi Peygamber ailesiydi.'' diyerek takviye yaparız sönmeye yüz tutan nefsimize. Ama evren boşluğuna bıraktığımız evlatlarımızın biz ölünce kara deliklere kapılıp gitmesi an meselesidir, unuturuz. Cibran'ın ''çocuklar'' konusuna bakışı bakış açımla birebir bağdaştığından olsa gerek; çok sevdim ben bu fikri.
Bir hayvanı keserken içinden ‘’Seni kesip öldürten güç, günü gelince beni de öldürecek ve ben de senin gibi tüketileceğim.’’ Demeyi ve bir elmayı dişlerken ‘’Tohumların benim vücudumda boy atacak, kokun soluğum olacak.’’ Diye geçirmeyi başka kim akıl edebilirdi? Cibran, gördüğüm en ilginç adamlardan biri. Bir kudretin ve şükrün bu denli fikre işlemiş olması gerçekten onun ince düşüncelerinden örülmüş labirentlere düşürüyor beni. Şükür ve kudretin farkında olmak gibi meseleler aslında birer zekâ ürünüymüş diye düşünmeden edemiyorum. Bakmakla görmek arasındaki o ince çizgiye otağ kurup evreni, yaratanı ve yaratılanı o nazardan seyretmek…
Kendini bilmek konusunda da çok ince bir fikre değinen cümlelerinde Cibran, kendini bilmenin yolunun yetersizliğe ve tamamlanmamışlığa inanmaktan geçtiğine değiniyor. Şöyle ki; ‘’ Gerçeği buldum dememeli, bir gerçeği buldum demeli’’ diyor. Ve ‘’Ruhun yolunu buldum dememeli, yolumun üstünde salınan ruha rastladım demeli’’ diye devam ediyor. Kendini bilmek, bilmediklerinin devamlılığına inanmaktan geçiyor yani. Ne zaman ki yolun sonuna geldiğimize inanır, son denen o bitiş çizgisine geldiğimizi düşünür, eksik veya tam… Zirveye ulaştığımıza kanaat getirirsek o an bir antlaşmaya imza atıyor ve bilme savaşını aleyhimize çevirerek bitiriyoruz. Ve bilmek, kendini bilmekle başlayıp kendini bilmekle devam ediyor. Bilmenin her aşamasında kimlik kaygımızın, ruh ve beden sloganlarımızın özgün cümlelerimize ket vurup bizi buruşturarak evrenin kara deliklerine fırlatmasını istemiyorsak bilmenin ilk aşması olan ‘’kendini bilmek’’ basamağına güvenle basmalıyız.
‘’Zaman hakkında ne dersin erenler?’’
Vakit diyor Cibran; vakit, sizin içinizdeki okyanusları ırmağa çevirip akışını izlemenizdir. Onu saatlere ve mevsimlere bölerek akışını seyre dalarsınız. Aslında zaman bölünebilen ve hesaplanabilen bir şey değildir. ‘’Dün, bugünün anısı, yarın da bugünün düş’üdür.’’ Hep böyle değil midir? Geçmişi özleyerek, hesaplayarak ve notlandırarak geçen şimdiki zamanı dün olmaya mahkum ettiğimizi unutur, üzerine bir de geleceğin endişe ve hesaplamalarını serpiştirir ‘’vakit’’ dediğimiz buğulu ve bilinmezlik kavramını bölerek harcarız bir çok zaman. Yıldönümleri, takvimler, randevu saatleri, güneşin dünyayla oynadığı yakantop oyunu… Bu koşturmacada bir saatimiz olmasaydı ya da bir takvim… Hangi zamanda bulunduğumuzu bilmeseydik acaba bilinmezlik vaktini nasıl değerlendirirdik? Randevu verirken ne derdik karşımızdakine? Yoksa tüm randevular iptal olurdu da kişisel kıyametimiz olan ölüm saatlerimize mi kurardık ‘’tik tak’’ diye diye vaktin geçtiğini hatırlatan kalplerimize? Dün, bugün ve yarın birbirinin tamamıdır. Her dün, bir yarın olmuş, her bugün bir dün olmuş ve her yarın bir dün olmaya mahkum edilmiştir.

2/11/2011

"HAKİKAT PARÇALANAMAZ"


listemizin ilk kitabıyla okuma ziyafetine başlıyoruz..
aynı zaman diliminde okuyup, taze taze üzerine konuşalım diyoruz..
12-13 Şubat 2011 tarihleri arasında
Cibran'dan Ermiş'i okuyoruz..
herkese afiyet olsun...

Şimdi neler söylüyorsam tek yürekten,
Yarın söylenecektir binlerce yürekten...


Halil Cibran
Lübnan asıllı ressam, şair ve filozof.
6 Ocak 1883 Lübnan / 10 Nisan 1931 ABD



Birçok ermiş ve peygamber  yetiştirmiş bir toprakta, 1883 yılında Lübnan'da doğdu. 1931 yılında, uzun süredir yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak yalnızlık ve yoksulluk içinde öldü. Arzusu üzerine, doğduğu yer olan Bsharri köyüne gömüldü.

Arapça konuşan ve onun yazılarını bu dilde takip eden milyonlarca insan Cibran'ı çağının dahisi olarak kabul ederler. Eserleri ve düşünceleri dünya üzerinde geniş yankı uyandırdı. Şiirleri yirmiden fazla dile çevrilmiş olan Cibran aynı zamanda başarılı bir ressam idi. Resimlerinin bazıları günümüzde dünyanın birçok şehrinde sergilenmektedir. Yaşamının yaklaşık son yirmi yılını ABD'de geçiren yazar, ölümüne kadar kaldığı bu ülkede eserlerini İngilizce yazmıştır.

Ünlü kitabı "Ermiş-The Prophet" ABD'de ellinin üzerinde baskı yapmıştır. Gençliğe yol gösterici olma özelliğini halen sürdürmektedir. Bir Yakın Doğu'lu şairin Batı dünyasında bu denli etkili olabilmesi şaşırtıcı görülebilir. Ancak işlediği temaların evrenselliği ve İngiliz dilini kullanmaktaki ustalığı, üzerinde toplanan ilginin sürekliliğini haklı çıkarmaktadır.

Ermiş'i en büyük başarısı olarak gören Cibran şöyle demişti:
"Lübnan'da bu kitabı yazmayı ilk kez tasarladığımdan beri, bir tek günüm bile Ermiş'siz geçmedi. Kitap benim bir parçam haline gelmiş gibiydi. Metni yayımcıma teslim etmeden önce tam dört yıl elimde tuttum. Çünkü emin olmak istedim, içindeki her sözcüğün kendimden verebileceğim en iyi sözcük olduğundan emin olmak istedim."

60'lı ve 70'li yıllarda Batı Avrupa ve ABD gençliği arasında en yaygın okunan ve tartışılan yazarlardan biridir Halil Cibran ve günümüzde de güncelliğini korumakta, bir çok genç yazar ve şairin yapıtlarına esin kaynağı olmaktadır. En ünlü kitabı olan Ermiş, 68 kuşağı gençliğinin el kitabı haline gelmiş ve ilham vermiştir.

Cibran tüm yapıtlarında kutsal kitaplarındakini andırır bir dil kullanmıştır. Yazılarında Doğu ile Batı felsefelerin güçlü bir sentezini sezmemek olanaksızdır. Bunda, kuşkusuz doğduğu ve yaşadığı toprakların, uygarlığın beşiği ve üç büyük dinin yeşerip yaygınlaştığı yerler oluşunun etkisi büyüktür.

Yaşadığı dönemde ve günümüzde, felsefesi ve siyasi görüşleriyle derin izler bırakan Halil Cibran, kuşkusuz çağımızın yetiştirdiği en önemli düşünür ve şairlerden biridir.




2/04/2011



"Din, bir susuzluk,sonsuza duyulan özlem.
 Bilgi değil,aşk! Aşk öğretilir mi?
 Dini mektebe sokmak yanlış. 
O, dost bir iklimde kendiliğinden çiçeklenmeli."
CEMİL MERİÇ-BU ÜLKE