4/28/2011

Dayandırılabilir Hüzün

 “Bu acıyı Cesar Vallejo olarak çekmiyorum. Şu anda ne sanatçı, ne bir insan, hatta ne de bir canlı varlık olarak acı çekmiyorum. Bu acıyı bir Katolik, bir Muhammedî yahut dinsiz olarak çekmiyorum. Yalnızca acı çekiyorum bugün. Adım Cesar Vallejo olmasaydı da çekecektim bu acıyı. Sanatçı olmasaydım, aynı acıyı duyacaktım yine. İnsan da olmasaydım, hatta canlı varlık da, böylesine çekecektim bu acıyı. Katolik de olmasam, tanrı-tanımaz da olmasam, Muhammedî de olmasam yine acı içinde olacaktım. Bugün en dipten başlayarak acı çekiyorum. Yalnızca acı çekiyorum bugün.

 Açıklamasız bir acı içindeyim şu anda. Öyle derin ki acım, bir sebebe de bağlanamaz. Sebep ne olsun ki? Ona sebep olabilecek önemdeki şey nerede? Hiçbir şey sebebi değil, hiçbir şey ona sebep olacak güçte değil. Bu acıdan doğan şey ne işe yarar? Benim acım bir tuhaf kuşların kuzey ve güney rüzgârlarından döllenip saldıkları tarafsız yumurtalardandır.

 Sevdiğim kız ölseydi, acım çektiğim acı olmakta devam ederdi. Boynumu kesselerdi usturayla, ben yine şimdi duyduğum acıyı duyardım. Bu hayatta değil bir başka hayatta olsaydım çekeceğim bundan başka bir acı olmazdı. 

Bugün en yücelerden başlayarak acı çekiyorum. Yalnızca acı çekiyorum bugün. Açların acısına bakıyorum da benimkinden nasıl da uzakta görüyorum onu. Açlıktan ölecek olsam, bir ot olsun biterdi mezarımda. Aynı şey âşıklar için de öyledir. Âşığın kanı, hangi kaynaktan ve ne yöne aktığı belli olmayan benim kanım yanında nedir ki? Şimdiye dek evrendeki her şeyin kaçınılmaz olarak baba-oğul bağlantısı içinde olduğunu düşünürdüm. Oysa bugün işte bakın ne babadır benim acım ne oğul. Batan gün olmaya tümseği yok, fazlasıyla sinesi var doğan gün olmak için ve loş bir yere konacak olsa hiç ışık almayacak, aydınlık bir yere koysan gölgesi olmaz. Bugün acı çekiyorum, olsun ne olacaksa. Bugün acı çekiyorum yalnızca.” 

[Umuttan Söz Etmek İstiyorum] Cesar Vallejo

4/24/2011



"Tuzda garip ölçüde kutsal bir şey olmalı. 
O hem gözyaşlarımızda var hem de denizde."

Halil CİBRAN- Kum ve Köpük

4/20/2011

YASMİN LEVY KONSERİ 26.04.2011 TARİHİNDE BURSA'DA ..


Yasmin Levy 
(d. 23 Aralık, 1975; Kudüs, İsrail ) 
İsrailli şarkıcı ve şarkı sözü yazarı.

BİR KERE DUYDUĞUNUZDA, BIR DAHA ASLA UNUTAMAYACAĞINIZ SES!



Babasını henüz iki yaşında kaybetmiş ve annesi tarafından büyütülmüştür. Müziğe ilgisi çocukluk yıllarında başladı. 6 yaşındayken piyano çalmayı öğrendi ve 18 yaşına kadar çalışmalarını sürdürdü. 20 yaşında ciddi olarak şarkı söylemeye başladı. 21 yaşında, İlk kez dinleyici önüne, annesinin bir konserinde çıktı. Daha sonra yerel konserler vermeye devam etti. WOMEX 2002'de ilk kez uluslararası arenada boy gösterdi ve şarkıcılık kariyerinde yeni bir sayfa açıldı. İlk albümü Romance & Yasmin'de Ladino müziğine odaklandı, bu albümde babası Yitzhak Levy'nin çalışmalarının ve Türk müziğinin büyük etkisi vardı. Babası Yitzhak Levy, 1919 yılında, Manisa'da doğmuş bir Sefarad idi.Besteci ve Koro Şefi idi. İsrail devleti, kurulduktan sonra, İsrail Ulusal Radyosu'nun Ladino Departmanının başkanı olarak atandı. Hayatını, Sefarad Yahudilerinin müziklerini derlemeye ve korumaya adadı. Yasmin Levy, bu miras ve ve repertuarla büyüdü.
YasminLatin ve Sefarad müziğinden Endülüs flamenkosuna; Türk ezgilerinden Arap etkilerine pek çok unsuru müziğinde kullanmaktadır.Viyolonsel ve piyano gibi batı müziği enstrümanları yanında ud gibi doğu müziği enstrümanlarını da şarkılarında kullanmıştır.


4/17/2011

dışarıda yağmur sesi..
hemen yan taraftaki salonda yağmur şarkısıyla cem adrian ın sesi..
salondakilerin arasında değilim ama orada olsaydım sadece yağmura yazılmış şarkıları dinleyebilecektim..
şimdi hem şarkıyı hem yağmurun sesini dinliyorum..
içime kadar sızan yağmur damlalarının sesini..
bana gözyaşlarını anımsatan damlaların sesini..
yağmura rahmet diyorlar, senin yaşların da öyle.
yağmura bereket diyorlar, senin yaşların da öyle..
zamanı mekanı bertaraf edip gönlüme sızıyorlar ve ne tomurcuklar yeşertiyorlar bilemezsin!!
sahi bilir misin? beni benden iyi bildiğine göre, beni ben/den aldığına göre bilirsin...
sana en çok mavi yakışıyor sanırdım, yeşerttiğin filizleri görünce, yeşil de dedim kendi kendime.
yeşil de senden haberler veriyor mavi gibi..
birgün anlayacağım gökkuşağından farksız olduğunu..
herhangi bir renkle sınırlandırılamaz olduğunu...
"mavili hüzünler güzeli" de sen..
"sokaklarda yanımda dolaşan yağmur" da...


bitti, kesildii.. ilham periciklerim dağıldı gitti =)) 
sanırım gitmeselerdi kaleme ihanet sayacaklardı, böyle bilgisayar başında, esti bi kere deyip yazılmaz ki efendim!
her ne kadar kütüphane gibi kıymetli bir mekan da olsa, periciklerim masa lambamın loş ışığına, saatimin tıkırtısına çok alışmışlar. fazla mı şımartmışım onları nedir =))
böylesine bir iç dökümü oldu işte.. bir dosta yol/lanır gider.. yol alır gider.. diye mi düşünmüştüm? düşünmedim aslında hiç, pericikler hep birden üşüşünce başıma düşünmek anlamsızdı.. öylesine işte.. ya da dostun dediği gibi, öyle işte........

27.10.2010

4/15/2011



Her şeyin bir dili var. Herkesin anlayamadığı bir dil bu. Kimisine gürültü olarak gelen, kimisini mest ediyor. Aynı dili konuşmak dedikleri şeyle ilgili sanırım. Hangi dili konuşuyorum bilmiyorum ama bazı sesler beynimi zonklatırken bazıları gönlümü mest ediyor. Trafikte sıkışmış sinirli insanların, kornalarına asılmak suretiyle çıkardıkları sesler! Nefret ediyorum. Ama İETT’lerin, hani şu eski model, kliması olmayan bu yüzden de her zaman camları açık olup rüzgarıyla başörtümü bozan kırmızı otobüsler var ya… Onların çıkardığı sesi hayran hayran dinliyorum. Kimileri gürültüsünden dolayı binmiyor bile artık onlara. Ama bana, kendi dilleriyle kıymetli dostumla geçirdiğimiz vakitleri anlatıyorlar. Hatırlar mısın? Diye başlıyorlar söze. Söz konusu Sultanım olduğunda hiçbir şeyi unutmadığımı bildikleri halde… İtiraz etmeden dinliyorum ve yol ne kadar uzunsa o kadar keyif alıyorum bu sohbetten…


Makinelerin sesleriyle insanların sesleri var bir de. İnsanların her türlü hizmetini gören, yıkayan, kurutan, süpüren, silen insan ürünü makineler. Hiç birini sevmiyorum. Hizmet etmekten şikayet ediyorlar gibi geliyor sesleri bana. Bağıra çağıra iş yapıyorlar. Gerçi teknoloji ilerledikçe insanlar daha uslu, sessiz sakin hizmetçilere sahip oldular. Yeni ürünlerini tanıtırkenki hallerinde, bir isyanı bastırmış padişah edası var.

İnsan seslerine gelince onları dinlemek güzel olabiliyorlar. Kimileri çığırtkanlık da yapsa çığırtkanlıklarıyla bile çok şey anlatıyorlar. İnsan sesleri dinlemeye değer bu yüzden. Her insan bambaşka hikayeler anlatıyor. Aynı sözleri söyleseler bile farklılar, bir söz her ağızda aynı durmuyor. Ama bazı sesler de var ki kulaklarımı es geçip gönlüme dokunuyorlar. Dostane sesler… Dosttan haber veren, onu anlatan sesler. Tıpkı İETT eskisi kırmızı otobüsler gibi. Gecenin sessizliğinde yağan yağmur gibi, kıyıya vuran öfkeli dalgalar gibi. Bir kitabın sayfasını çevirirken duyduğum o narin ses… Saatimin tıkırdayarak bana geçen zamanı saniye saniye anlatan sesi… Yorulunca susar, ilgileneyim ister. Bende gönlünü yapınca taptaze bir solukla başlar yeniden anlatmaya.

Bütün bu seslerin içinde en sonunda kendi sesimi fark ettim. Aslında, sesini kaybetmenin korkusuyla onu teknolojinin, kayıt cihazlarının derinliklerine saklamıştım. Bir gün çıkarıp kulaklarıma dayadığımda hasretle iç çekerken birden bir cızırtı gibi duydum kendi sesimi. Harika bir orkestrada bir yeteneksiz gibi duruyordu orada. Kapalı yaratılmış dudaklarımı niye açmışım ki senin yanında diye hayıflandım. Sesindeki hapsedilmez güzelliğin, sadeliğin yanında kapı gıcırtısı gibi gıcık bir ses çıkarmıştım. Kalbinle dilinin barışıyla dupduru akan bir nehirdin. Bense, savaşlardan köprüleri yıkılmış, sularına kanlar karışmış bir nehir.. İçimdeki çokluk kavgalarından çatallanmış dilim! İşte bu yüzden barış ruhuma hakim oluncaya kadar, kavgalar bitip bir/lik sağlanıncaya kadar… Susup senden haber getiren dostları dinlemeye karar verdim. Ve ilk gelen kırmızı otobüse atladım, gidiyorum…

                                                                                                  

4/14/2011

ŞİİR ŞEHİR BURSA



DÜZENLEME KURULU

Başkan
Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ



Üyeler
Dr. Süleyman EROĞLU
Kenan ÖZÇELİK
Ali İhsan AKÇAY
Aziz ELBAS
Hüseyin TOPRAK


Bilim Kurulu
Prof. Dr. Mustafa KARA
Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ
Prof. Dr. Osman ÇETİN
Prof. Dr. Hatice ŞAHİN
Prof. Dr. Kemal YAVUZ
Prof. Dr.Mehmet AKKUŞ
Prof. Dr. Emine YENİTERZİ
Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK
Prof. Dr. Adem CEYHAN
Yard. Doç. Dr. Sadettin EĞRİ

Sekreterya
Erhan PAMUKÇU
05304031284- 0224 2532646

4/13/2011

MAZOT

Ağlamadan
dillerim dolaşmadan
yumruğum çözülmeden gecenin karşısında
şafaktan utanmayıp utandırmadan aşkı
üzerime yüreğimden başka muska takmadan
konuşmak istiyorum.

Şehre neden
esmer ve dölek yüzümle döndüm dağlardan
kar vakti tarlaları kımıldatan soluğum
niyedir sarmalasın vites dişlilerini
defneler, nakışlar yok
alnımda neden.



Ağlamadan
etimin iğneli beşiklerde bıraktığı izlere aldırmadan
o mavi korularda ve dibektaşlarında
bırakıp sözlerimin kalıntılarını
açıkça konuşmak istiyorum.

Besbelli ki leşler koruyor şehrin bedenlerini
göğsünün kafesinde yalnızca pasak
biliyorsun
korkutulmuş bir kızın
yüreğinden fışkıran beyaz güvercinleri
sabahın köründe kalkan tirenlerdeki nefret
hergün aynı kalafat yerine çekilmenin nefreti
bunları
bütün bunları biliyorsun
dağlardan dönüyorsun o sağır yamaçlardan
çevik bacaklarını getiriyorsun, ne çiçek ne de ninni
boz şayaktan poturun dağlarda ne güzeldi
şehre varınca artık meşinler giymelisin
daha esmer
daha kankusturucu
sen o baygın sevgilerin adamı değilsin.

Sana yaşamak düşer çarkların gövdesinde
bin demir kapıyla hesaplaşmaktan omzun çürümelidir
bin çeşit güneşle ovulmalıdır gaddar ellerin
yürü yangınların üstüne, kendi alevini de getir
çarpıntısız dakikası olur mu devrimcinin
ki
ölüm
her yerde uyanıktır
alestadır korkunun yardakçıları
tez kızaran güllerden kendini sakın
sevgiler ürkütsün seni, aşk ayrı-
Aşktır diye geri geldin o çekiç seslerine
bıraktın vazgeçilmez ırmakları
gönlüne kar yağdırıyorsa çocuk sesleri yetsin
dikkat et hiçbir şey ıslatmasın namluları.

İSMET ÖZEL /  ERBAİN