4/15/2011



Her şeyin bir dili var. Herkesin anlayamadığı bir dil bu. Kimisine gürültü olarak gelen, kimisini mest ediyor. Aynı dili konuşmak dedikleri şeyle ilgili sanırım. Hangi dili konuşuyorum bilmiyorum ama bazı sesler beynimi zonklatırken bazıları gönlümü mest ediyor. Trafikte sıkışmış sinirli insanların, kornalarına asılmak suretiyle çıkardıkları sesler! Nefret ediyorum. Ama İETT’lerin, hani şu eski model, kliması olmayan bu yüzden de her zaman camları açık olup rüzgarıyla başörtümü bozan kırmızı otobüsler var ya… Onların çıkardığı sesi hayran hayran dinliyorum. Kimileri gürültüsünden dolayı binmiyor bile artık onlara. Ama bana, kendi dilleriyle kıymetli dostumla geçirdiğimiz vakitleri anlatıyorlar. Hatırlar mısın? Diye başlıyorlar söze. Söz konusu Sultanım olduğunda hiçbir şeyi unutmadığımı bildikleri halde… İtiraz etmeden dinliyorum ve yol ne kadar uzunsa o kadar keyif alıyorum bu sohbetten…


Makinelerin sesleriyle insanların sesleri var bir de. İnsanların her türlü hizmetini gören, yıkayan, kurutan, süpüren, silen insan ürünü makineler. Hiç birini sevmiyorum. Hizmet etmekten şikayet ediyorlar gibi geliyor sesleri bana. Bağıra çağıra iş yapıyorlar. Gerçi teknoloji ilerledikçe insanlar daha uslu, sessiz sakin hizmetçilere sahip oldular. Yeni ürünlerini tanıtırkenki hallerinde, bir isyanı bastırmış padişah edası var.

İnsan seslerine gelince onları dinlemek güzel olabiliyorlar. Kimileri çığırtkanlık da yapsa çığırtkanlıklarıyla bile çok şey anlatıyorlar. İnsan sesleri dinlemeye değer bu yüzden. Her insan bambaşka hikayeler anlatıyor. Aynı sözleri söyleseler bile farklılar, bir söz her ağızda aynı durmuyor. Ama bazı sesler de var ki kulaklarımı es geçip gönlüme dokunuyorlar. Dostane sesler… Dosttan haber veren, onu anlatan sesler. Tıpkı İETT eskisi kırmızı otobüsler gibi. Gecenin sessizliğinde yağan yağmur gibi, kıyıya vuran öfkeli dalgalar gibi. Bir kitabın sayfasını çevirirken duyduğum o narin ses… Saatimin tıkırdayarak bana geçen zamanı saniye saniye anlatan sesi… Yorulunca susar, ilgileneyim ister. Bende gönlünü yapınca taptaze bir solukla başlar yeniden anlatmaya.

Bütün bu seslerin içinde en sonunda kendi sesimi fark ettim. Aslında, sesini kaybetmenin korkusuyla onu teknolojinin, kayıt cihazlarının derinliklerine saklamıştım. Bir gün çıkarıp kulaklarıma dayadığımda hasretle iç çekerken birden bir cızırtı gibi duydum kendi sesimi. Harika bir orkestrada bir yeteneksiz gibi duruyordu orada. Kapalı yaratılmış dudaklarımı niye açmışım ki senin yanında diye hayıflandım. Sesindeki hapsedilmez güzelliğin, sadeliğin yanında kapı gıcırtısı gibi gıcık bir ses çıkarmıştım. Kalbinle dilinin barışıyla dupduru akan bir nehirdin. Bense, savaşlardan köprüleri yıkılmış, sularına kanlar karışmış bir nehir.. İçimdeki çokluk kavgalarından çatallanmış dilim! İşte bu yüzden barış ruhuma hakim oluncaya kadar, kavgalar bitip bir/lik sağlanıncaya kadar… Susup senden haber getiren dostları dinlemeye karar verdim. Ve ilk gelen kırmızı otobüse atladım, gidiyorum…

                                                                                                  

1 yorum:

Ayşe dedi ki...

Sesler, yazını okurken kulağımda çınlayan sesler duydum, en baskını yazları cırcır böceklerinin geceyi bölen sesleri oldu... Köydeki yazlarım düştü aklıma, hasır üzerinde uzanıp yıldızları seyrettiğim yazlar... Sonra yıldızlar, azalıp azalıp bir iki tane kaldılar, açık bir perde, perdenin önüne çekilmiş bir çekyat ve üzerinde gökyüzünde bulunan 3,5 yıldızı paylaşamayan çocukça gençler...
Sesler, anılar, karaler ... vb bir sürü parçacık ne çok şey ifade ediyor bizler için...